28 Aralık 2024 Cumartesi

FREKANS

 

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama bu ara belli frekans aralıklarında kaydedilmiş parçaları uyurken dinlemenin uyku kalitenizi arttırdığından tutun da kendinizi iyileştirmeye kadar faydaları anlatılıp duruyor. Özellikle spotify a girdiğinizde konu ile ilgili yüzlerce belli frekans aralığında parça bulabiliyorsunuz. İşi biraz daha dallandırıp araştırmaya girerseniz bütün evrenin titreşimler üzerine kurulduğunu ve bu titreşimlerin hayatımızı etkilediğine dair makaleler bulmakta mümkün.

Peki ya dinlediğimiz müzikler, karakterimizin bir yansıması mı, yoksa gerçek hayattan bir müddet kopmamızı sağlayan bir rahatlama ve eğlenme aracı mı ?

Yine geçen gün okuduğum bir makale de mahalle arasında son ses müzik açıp gezen kişilerin derdinin aslında hayatın içinde bir an olsun farkedilmek ve kendi bölgesinin hakimi olduğunu ispat etmek için çabalayan insanlar olduğu yazılıyordu.

Evet ne demiştik başlangıçta frekans …

Eski bir filminde isim babası olan “Butterfly Effect” neydi, burada ana fikir geçmişte bir kelebeğin kanat çırpması bile bütün hayat içerisinde zincirleme bir çok şeyin tetikleyicisi olabilirdi.

Peki nedir bizlerin kendi iç sesini bastırma ve olmayan bir frekansta olma çabası yüz yıllardır ? Doğuyoruz, okula gidiyoruz, iş hayatı ve sorumluluklar yükleniyor bünyeye ve sonra bir gün bakıyoruz ki aslında ölüme doğru son virajın içinde bilinmeyene doğru hızla yaklaşmaktayız... Ne kadar hevesliydik halbuki gençken,  ideallerimiz vardı, hayallerimiz vardı, deliliklerimiz vardı, tutkularımız vardı, sevdiklerimiz vardı … Oysa ki sonumuz son dönemin pompalanan dizisinde ki gibi musalla taşında bir gassal bizi yıkarken çoktan sonlanmış olacak.

O zaman neden bu koşturmaca, neden toplumun bize dayattığı zorunlulukların içerisinde boğulma ihtiyacı ? Çok güzel bir laf var kimin söylediğini bilmediğim “Kapitalizm çalışan kölelerine sadece sistem içerisinde kendini iyi hissettireceği kadarını verir, asla gerçekten özgür olmasını istemez diye…”  Çok doğru bir aforizma, köleliği kendimiz seçiyoruz, çok ufak mutluluklar yaşamak için hayatımızı farkında olmadan feda ederek. Oysaki ilk günden çok iyi biliyoruz filmin sonunu, Zincirlikuyu Mezarlığı girişinde yazdığı gibi “Her canlı ölümü tadacaktır”.

Evet hepimiz bir gün ölümü deneyimliycez ve o an geldiğinde umarım pişmanlıklar yerine dolu dolu yaşamış olduğunuz bir hayat bırakırsınız arkanızda, sevdiğiniz, sevildiğiniz, nefret edildiğiniz ama gerçek bir hayat .

Umarım 2025 herkesin iç prangalarından sıyrılıp ruhen özgür ve mutlu olduğu bir yıl olur.

Seneye görüşmek üzere …

PaRaNoYaK PaLyAcO a.k.a BoRa


9 Aralık 2024 Pazartesi

WRITER'S BLOCK

Yine uzun bir “Writer’s Block” dönemi sonrasında tekrar bilgisayarın karşısında ne yazsam diye düşünürken buldum kendimi.

Oysa yaratıcı kısmım durduğu için değil, tam tersine fazlasıyla aktif olduğu için yazmıyordum.  Yaz yaz nereye kadar paranoyak diyerek başladığım podcast serimin ilk sezonunu 10 bölümde tamamladım, hayatımda radikal değişiklikler yaptım, kendime daha fazla zaman ayırmaya karar verdim ve sanırım 48 yıllık hayatımın en yavaş dönemini başlattım.

Artık hiçbir şeye yetişmem lazım gibi hissetmiyorum, kaçırdığım bir şey olduğunda umursamıyorum, azgın teke gibi hatun peşinde koşmuyorum. Ulan şimdi böyle yazınca andropoza mı girdim acaba diye ufaktan bir kıllanmadım değil :)))) Andropoz olmasa da hayata karşı heyecanımı biraz yitirmiş olabilirim, yeni bir hatunla tanışsam sevişsem, duvara bir çentik daha atmaktan başka hayatıma katacağı ne olabilir ki diye düşünüyorum…

Biraz önce eski fotoğraflara bakarken eski sevgililerimden birisinin yazdığı bir whatsapp mesajının screen shot’ı düştü önüme. Oldukça tutkulu bir o kadar da olaylı bir ilişkiydi, bitişinde kıza neler dediysem öfkesini şu cümlelerle ifade etmiş bana karşı …

“İlişki adı altında yaşadıklarımızı yazdıklarından okumak çok güzel geldi. Tek gerçek olanda boşalma anlarıymış, gerçi üstüme boşalmasan ona bile inanmayabilirdim. Sen beni hiç sevmemişsin ki zaten herkesle olduğu gibi sex yapmayı sevmişsin. Benim için öyle değildi gerizekalı ben!!! Hala inanamıyorum beraber olduğum adamın sen olduğuna, içinde sadece sinir ve öfke … “

En az 10 yılı var bu mesajın, ve hala ben aynıyım sanırım. Bir şeye tutku duyduğum zaman içimde ki Hulk a engel olamıyorum. Tutku yoksa da zaten ilişki bir anlam ifade etmiyor benim için. Bu arada aklıma gelmişken bagajını yumruk atarak göçerttiğim eski kız arkadaşım arabasını öyle mi kullanıyor hala acaba :)))

Her zaman söylediğim gibi kötü bir sevgili, eğlenceli bir arkadaş oldum hayatım boyunca. Şimdi ise kendimi başka bir evreye geçmiş hissediyorum, kendimi yüzeysel arkadaşlıklardan soyutlayıp, yaratıcı tarafımı ön plana çıkarıp, alter egomu böyle tatmin edebileceğim bir  insana dönüşme isteğinde bir ben.  Hayatımda keyif aldığım bir sürü şeyden vazgeçtiğim bu dönem belki de doğru zaman bunu yapmak için, ya da ben böyle düşünmek istiyorum. İkisi de mümkün …

Neyse bu kısa bir geri dönüş yazısı olsun, podcast ikinci sezon kayıtları başlayana kadar yazılara devam. Hayatını siktiğim herkese sevgilerle…

Bora a.k.a PaRaNoYaK PaLyAcO

22 Haziran 2024 Cumartesi

RUHSEL

Davudi sesli adam…  Sanırım kime sorsanız kendisi ile ilgili ilk söyleyeceği şey bu olacaktır.

Dövme sanatının Türkiye için çok yeni olduğu 90’lar da Hakan Gerçek ile beraber İstanbul’un en eski dövmecisi denilebilir kendisi için. Günümüzde nerdeyse dövmesi olmayana tuhaf gözle bakıldığı düşünülürse 90’larda da dövmesi olanlara marjinal gözü ile bakılıyordu. En revaçta olan dövmelerin erkeklerde kola sarılı dikenli tel, kadınlarda bel de tribal desenlerin olduğu bir dönemden bahsediyorum.

İşte o dönemde işini hakkıyla yapmaya başlayan iki dövmeci duyulmaya başlamıştı, Anadolu yakasında Hakan Gerçek, Avrupa yakasında ise Ruhsel. Kendisi ile tanışmam Beyoğlu’nda şimdi Demirören Alışveriş merkezinin gelmesiyle yıkılan dükkanında olmuştu. Galatasaray Lisesi’nde okuyan bir öğrenci için Beyoğlu o dönem bulunmaz bir vahaydı. Sinepop ve Emek sinemalarının olduğu sokağa girip, önce solunuzda metal ve rock severlerin aradığı albümleri dinleme ve kasede çekme şansı sunan Remix İhsan’ın dükkanı sizi karşılar, sonrasında ise  sağınızda Bab’ı görürdünüz. Devamında ise her zaman önünde ufak tabureler olan 2 katlı mistik havası ve içerde bolca dövme dergileri ve fonda güzel bir rock müzik ile sizi karşılardı. Bir dönem Hayko Cepkin’in kendisine çıraklık yaptığı bir dövme stüdyosundan bahsediyoruz. Asiliği özendiren bir dövme stüdyosu olarak hayatıma giren bu dükkanın, devamında bana  çok iyi bir dost kazandıracağının henüz farkında olmadığım dönemler.

Her ne kadar aile baskısı sayesinde kendisine ilk dövmemi yaptırmam askerlik dönüşü 20’li yaşlarımın ortasını bulsa da, dükkanda ve sonrasında o dönem kendisinin de ortaklığı olduğunu öğrendiğim Pendor’da takılma dönemlerim lise zamanlarımı kapsar. Pendor deyince ayrı bir yazıda ailemizin barından bahsetmek daha doğru olacak olsa da, ergenlik acılarımı, ikinci mide kanamamı, hayatımda ki en özel dostlarımdan birisi Ulaş’ı tanımama vesile olan bu mekanın yeri her daim hayatımda çok özel olacaktır. Çapkınlık ve deli dolu kısımları Pendor yazısına saklasam da Oytun sana sadece pazen diyorum :)))))

Neyse konumuza dönelim bu davudi sesli dövme sanatçısı ile hangi ara dost olmaya başladığım bir miktar muamma olsa da o dönem dükkanda çokça vakit geçirmem, ikimizin de inatçı ve rekabetçi insanlar olarak dükkan önü tavla partileri ve BAB’da yapılan iddalı bowling karşılaşmalarının önemli bir yeri olduğunu söyleyebilirim. Ve sonrasında fasulyesine oynanan gece son dövmenin yapılması ile başlayan ve sabahlara kadar süren poker partileri. Kaybedenin ya da o an parası olanın şişeyle viski aldığı, dövme koltuğunun oyun masası olarak kullanıldığı, insanların ayak parmaklarıyla çaktırmadan yerden fasulye çalmasına şahit olduğumuz o eğlenceli zamanlar…

Sonra yıllar yılları kovaladı büyüdük, yaş aldık, yıprandık, yıprattık, evlendik, boşandık, o boşanmadığı gibi ikide dünya tatlısı çocuk yaparak davudi sesine babacanlıkta kattı. Ama içimizde ki o yaramaz ruh hiç ölmedi. Ben ne zaman dövmesi olan yeni bir hatunla yatıp dövmesini Ruhsel in yaptığını öğrensem sabahına kendisini arayıp geyiğini yapmaktan vazgeçmedim, o dünyanın en oto kontrolüne sahip kişisi olarak hayatının en kör kütük iki sarhoşluğunu bizle maç izlerken #batakhane de yaşadı, ben her aşk acımda kendisine dertleşmeye koştum ve her seferinde sabırla dinleyip güzelce içirip hayatıma reset atmamı sağladı. Çok uzağa gitmeye gerek yok daha 1 ay önce bunalıp kör kütük sarhoş olup dükkanda kanepede sızıp uyanıp yağlı bir yemek istiyorum dediğimde çin lokantasından yemek söyleyip kafamı karıştırıp beni ayıltabilen tek insan bu hayatta, vücudum da yer alan bütün dövmeleri kendisinin yaptığını zaten söylememe gerek yok.


Neden mi yazdım bu yazıyı, bir dosta şükran yazısı ya da iyi bir ustaya saygı yazısı olarak düşünebilirsiniz. Hayatınızda birbirinizin yanında huzur içinde sarhoş olabildiğiniz ve güvende hissettiğiniz bütün dostlarınıza gelsin bu yazı … Cheers

BoRa a.k.a PaRaNoYaK PaLyaCo



14 Haziran 2024 Cuma

KANİ ABİ

 

Erkekler ve alışkanlıkları , kolay kolay değişmez hayatta. Mesela bir mekanı seversek sadece selam vermek için bile aynı mekana gider, aynı masada oturmak isteriz, ya da önemli bir maç öncesi totem olarak bir şey yaptıysak ve o maç kazanılırsa bilin ki sonraki maçta da aynı şeyin yapılması bizler için hayat memat meselesi olacak kadar önemlidir.

Peki bu takıntılarımız hayatımızın hangi döneminde başladı diye düşünürsek ilk akla gelen ikili, berber ve dişçi olacaktır. Dişçimi yıllar içerisinde bir iki kere değiştirmiş olsam da berberim çocukluğumdan beri aynı. Kani Abi …

Çocuktum babamın işleri yoğun olduğu için hatırladığım ilk berber anımda Kani Abi’ye beni götüren dedem olmuştu. İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken keskin bir parfüm kokusu ve 30’larında çakı gibi bir delikanlının aynadan yansıması olmuştu. O dönemde modası geçmeye başlamış olsa da uçları hafif sivrileştirilmiş bıyıklarına eşlik eden briyantinli saçları ile tam bir mahallenin bıçkın delikanlısıydı. O dönemde çocuklar için özel bir koltuk olmadığı için berber koltuğunun kolçakları üzerine altı tahta geniş bir minder konulurdu ve tıraş o şekilde yapılırdı. Nedendir bilinmez dişçide olduğu gibi berber koltuğu da 5-6 yaşlarında bir çocuk için korkutucu bir deneyimdi o yaşlarda. İlk tanışmam bu şekilde olmuştu Kani abi ile. Sonrasında yıllar ilerledikçe her türlü ergen saç kesimlerimden tutun, kasıla kasıla artık benim de sakal tıraşı olmam lazım diyerek  ustura ile yapılan ilk sakal tıraşına kadar her erkeğin anılarında yer alan bu anlarda hep onun dükkanı set olarak kadrajın içerisindeydi.

Sonra yaşlar ilerledikçe aslında berber dükkanının mahallenin kalbi olduğunu anlayıp, tıraş olunmasa da gidip günün en güzel demli çayını içip siyasetten ekonomiye, mahallenin dedikodusundan, o hafta kimlerin vefat ettiğine kadar geniş bir sohbetin akışını keşfetme aşaması başladı yirmili yaşların ortasında. Oysa ki berberin duvarında Lefter ve Metin Oktay’ın karşı takım formaları ile tokalaştığı efsane fotoğraf çerçevesinin yanında büyük harfler ile bu işletmede politika ve din konuşmak yasak yazardı ilk günden beri. Ama insanoğluna söz geçirmek tabi ki de kolay değil, bir noktaya kadar minik münakaşalara izin verir, baktı ki konu tatsız bir yöne gidiyor hemen televizyonun sesini açar ve gündemi o anda televizyonda ne var ise ona çevirirdi.

Kendisinin yaşı ilerlemeye başladıkça kıyafetine daha da dikkat eder olmuş, her zaman jilet gibi olan gömleğine artık kravatta eşlik eder olmuştu. Evlenirken damat tıraşımı olup kapıdan çıktığımda artık büyüdüğüme ikna olmuş, boşanıp mahalleye döndüğümde de babacan bir tavırla tıraşımı yaparken hayatta bunların olabileceği ile ilgili vaazını da çekmişti tabi ki de ..

Hayatımız geçtiği gibi bu güzel anılar ve mahalle hayatı da yok oluyor artık zamanla. Nasıl ki ruhsuz bir şekilde tanımadığımız bedenlerde arıyorsak sonsuz hazları, alışkanlıklarımızı da tanımadığımız insanların ellerine bırakmaya başladık tıraş olurken de. Hayatın ruhunu kaybettiği gibi biz de ruhumuzu kaybettik belki de … Belki de hiç sahip olmadık o ruha kendimizi kandırdık sadece ama yine de her boomer ın söylediği gibi dönüp geçmişimize baktığımız da  güzel yaşamışız diyebiliyoruz.

Hadi yazıyı Kani Abi ile ilgili hoş bir anı ile bitireyim. Kimle yatıp kalktığımın iyice belli olmadığı yirmili yaşlarımın sonunda her tarafı dövme ve piercing ile kaplı bir fuckbuddy im vardı. Slipknot eşliğinde sevişmenin tadının en güzel çıktığı hatun diyebilirim kendisi için … Her neyse bir gün bana gelirken berber var mı diye sordu yakınlarda. Tabi ki ben de kendisini Kani Abi’ye yönlendirip selamımı söylemesini rica ettim :)))

Kani Abi’nin o gün saçlarının yanlarını kazırken hatunun göğüs dekoltesine bakmamaya çalışıp yan gözle süzdüğüne yemin edebilirim ama ispat edemem. Ertesi gün dükkana uğradığımda gözlerinden Allah belanı versin BoRa bu yaştan sonra bana bunları yaptın bakışını gördüğümde bıçkın İstanbul delikanlısının dudaklarından dökülen sadece “Dün bir kız arkadaşın uğradı tıraşını yaptım, değişik görünümlü ama iyi bir insanmış” oldu günün sonunda.

Alışkanlıklarınızı ve hayatın güzelliklerini unutmadığınız, ve hayatı ti ye aldığınız bir bayram olması dileğiyle,

İyi Bayramlar

BoRa a.k.a PaRaNoYaK PaLyAcO

21 Mayıs 2024 Salı

ADAM AND EVE

Uzun aralardan sonra aşık olup, sonrasında aşk acısı çeken birisi olarak bütün erkekler adına bu talebi bir yazıya dökme zorunluluğum olduğuna karar verdiğimi kamuoyuna açıklayarak yazıya başlamak istiyorum. Neymiş bu zorunluluk derseniz haydi başlayalım.

Öncelikle ilişki denen şey bir protokol sırası ile başlamadığı için her ilişki kendi içinde farklı başlangıçlar ve dinamiklere sahip, bu konuda hem fikiriz. Hayatı daha normal yaşayan insanlar için yavaş bir düzlemde ağır ağır kısık ateşte pişen bir yemek kıvamında olurken, biz serseri ruhlar için genel de hızlı bir fast food arsızlığı ile pat diye içine düşmüş halde bulabiliyoruz.

Biraz açmam gerekirse kısık ateşte pişen yemekte öncesinde aylar süren buluşmalar konuşmalar yemekler gibi süreçler sonunda biraz daha fikir sahibi olarak başlarken insanlar tek bir kriteri sürpriz olarak sona saklıyor “Seks” !!! Diğer tarafta fast food seven biz serseriler için konu “Seks” ile başlarken insanların birbirini tanıması ilerleyen zamana kalıyor ister istemez.

İki yaklaşımın da haliyle artıları ve eksileri oluyor ilişki de olan kişiler için . Her şey çok uyumlu hayatımın aşkı dediğiniz Michelin yıldızlı slow cook bir ilişki de yemek sonunda gelen tatlı ağızda kekremsi bir tat bırakırsa o ilişkinin yürümesi artık sadece kağıt üstünde olacak ya da yıllarca evli kalıp mutluluk pozları veren insanların yıllar içerisinde ayrı yataklarda ve başka bedenlerde birbirlerini aldattıkları sahte evliliklere giden yolun ilk adımı olacaktır. Kimse bana maval anlatmasın lütfen boktan bir seks hayatı olan ilişki ne olursa olsun bitmeye ya da aldatmaya mevcuttur.

Peki gelelim diğer versiyona direk tatlı ile başlanan ilişkilere … Tatlı kötüyse zaten ilişki denmeden one night stand olarak zaten rafa kalkacaktır görüşmeler, tatlının gideri varsa ilk versiyona dönüşecek orta şekerli bir ilişki denemesi yaşanması muhtemeldir.

Peki ya tatlı çok güzelse ???

İşte ağzımıza sıçan sorun burada başlıyor, Adem ile Havva’nın başını yakan elma gibi o tatlı da bir süre sizi bulular üzerinde uçurmaya yetecektir. Hoş biraz akıllı olan insan Adem ve Havva’dan feyz alarak hikayenin sonunun boka batacağını görmelidir, ama hep söylediğim gibi nerde bizde o akıl. Tatlının yarattığı seratonin etkisi ile bir süre çok iyi gider her şey, hiçbir şey gözünüze batmaz , sorun olması muhtemel her şeyi arka plana atıp bir tatlı daha yemek istersiniz ta ki o tatlıların size kilo olarak döndüğünü fark edene kadar. Evet fiziken olmasa da ruhen kilo alıyorsunuzdur, fona attığınız görmezden geldiğiniz o sorunların git gide ruhunuzda ağırlık olarak birikmeye başladığını fark edersiniz, ve eninde sonunda kaçınılmaz son ayrılık …

Peki bu konu ile ilgili çılgın palyaçonuzun şahane bir fikri var desem … İlişki Cv’si

Eski sevgililerinizden en az 3 arayabileceğiniz 3 referans ve güzel hazırlanmış bir dosya içinde ilişki içerisinde karakterinizi anlatan kısa bir karakter analizi. İddia ediyorum ilk zamanları çok sancılı olsa da uzun vade de çok verimli olacaktır bu metot, daha yalansız dolansız, insanların başkası gibi davranmaya çalışmadığı ve sen başlarda böyle değiştin sonradan değiştin nakaratlarını duymayacağınız için. Baktınız her şey güzel ve ilişkiye dönme ihtimali oluşmaya başladı, hoooop dosyalar karşılıklı olarak verilmeli ve ilişkiye geçme kararı bu süreç sonrasında olmalı. Bir dolu gerginliğin bu sayede yaşanmayacağı konusunda garanti verebilirim size. Özellikle ilişkide ki taraflar daha önce evlenip boşanmışlarsa mutlaka eski eşler ile görüşülmeli kanaatindeyim, yoksa her daim bitmek bilmeyen eski eş travmaları bir koz olarak önünüze atılacaktır. Oysa ki karşı tarafın hiçbir zaman söz hakkı olamayacağı için kim haklı kim haksız hiç bir zaman bilemeyeceğiniz travmaların esiri olursunuz ilişki içerisinde. Belki de boşandığınız adam ya da kadın çok haklıydı boşanma kararında, görmüştü siz de evli insanlarla beraber olup arkadan iş çevirme potansiyelinizi, kim bilir belki de oydu iş çeviren arkanızdan.

           

Sonuç olarak referanslar neden mi önemli, karakter analizi kısmında yalan dolan ve manipülasyon yapmanızı engellemek için tabi ki, yoksa çok ahlaklı ve namuslu gözüküp geçmiş kirli sırlarınızla anca kendinizi kandırmayı başarırsınız, maalesef gerçeklerin her zaman ortaya çıkması gibi kötü bir huyu vardır hayatta  …

P.S: Siz yine de beni dinlemeyin sevin, sevilin, sevişin, mutlu olun … Cheers

BoRa a.k.a. PaRaNoYaK PaLyAcO

1 Mayıs 2024 Çarşamba

SUCH A LONELY DAY

Galiba yağmurlu ve kasvetli hava bilinçaltıma böyle oyunlar oynamayı seviyor. Bu sayede güne güzel bir filtre kahve eşliğinde System Of A Down’ın “Lonely Day” parçası ile başladım. Filtre kahve demişken son dönem instagram da sürekli videoları dönen herifin ağzına kürekle vurma isteği olan bir tek ben olamam değil mi ???

Neyse şiddet yok, sakin bir insan olma yolunda kendimi eğitiyorum 48 yıldır … Yani kısaca bir bok eğitememiş olduğumun itirafı sanırım bu satır, neyse önümde bir süre daha var Allah’tan ümit kesilmez. Neyse konumuza dönelim parça bir insanın kendini en yalnız hissettiği anı anlatıyor arada aşk acısı kırıntılarıyla, oysa neden yalnızlık hep aşka bağlanmak zorundadır ki ? Gayet bilinçli bir tercihtir oysaki, kalabalık içinde yalnız olmaktansa bilinçli bir yalnızlık.

Gidip doğaya kaçın ormanda bir kulübede tek başınıza yaşayın değil tabi ki de demek istediğim, ama yalansız dolansız, daha sakin bir hayatta mümkün. Bilmem belki de artık yaşlandığımı kabul etme zamanım geldi de geçiyor, hatta en son boomer olduğumu bile kabul ettim çok sevdiğim bir arkadaşım oğluyla beni ziyaret ettiğinde. Hala çok hayatın içinde olduğumu, trendleri takip ettiğimi iddia eden ben, arkadaşımın oğlunun anlattıklarının çoğunun ne olduğundan haberim bile yoktu. Evet zaman ilerliyor sevdiklerimiz birer birer aramızdan ayrılıyor, sıra eninde sonunda bize gelecek ve doğduğumuz ilk gün bildiğimiz filmin sonu ile yüzleşeceğiz. Peki bunu sahte bir kalabalık içinde mi yoksa kendi kendimize yaşayacağız galiba ana konu bu. Eskiden kalabalıklar için de olmayı seven ben gün geçtikçe yalnızlığı tercih eder oldum. Güne huzur içinde başlayıp, kahve üzeri spor ve sonrasında müzik eşliğinde geçen bir gün. Evet beklentilerimi düşürdüm, heyecanımı kaybettim, gördüklerim karşısında şaşırmamaya başladım. Belki de sorun bu fazla hızlı yaşadıktan sonra hiçbir şey şaşırtmamaya başlıyor sizi, iyi ya da kötü olması da farketmiyor. Heyecanınızı yitiriyorsunuz, hep bir adım önde olup olacak olanın gerçekleşmesini beklemeye başlıyorsunuz, bu da insanı o yalnızlık duygusu ile yaşamaya itiyor.

Siktir edin benden bahsediyoruz, 3 gün sonra hayat ne kadar güzel aşık oldum diye de yazabilirim. Ya da son yaşadıklarımdan sonra aşka tövbe edip kendi kabuğumda ne kadar huzurlu olduğumu övmeye de devam edebilirim. Yalnız kalıcam dedikten sonra ay sonunda çok sevdiğim bir mekanda plaklarımın başına geçip 2 saat dinlemeye gelenleri de eğlendirebilirim.

Tek bildiğim arada bir nefes almaya ihtiyacımızın olduğu, siktir edin gereksiz kalabalıkları, 1 günde olsa yalnız kalın gerçekten yalnız. Kapatın telefonunuzu, uzak durun sosyal medyadan, hayatın içine karışın, içinizden geldiği gibi bir gün yaşayın başkalarına ispat etmek zorunda olmadığınız. Sadece anı yaşayın ve keyfini çıkarın yalnızlığın.

Sonra mı dönün o kaotik yaşamlarınızı açın ve “Lonely Day” dinleyin yeni favori içkim Jim Beam Red Stag eşliğinde.

Cheers all

Bora a.k.a PaRaNoYaK PaLyAcO

8 Nisan 2024 Pazartesi

AYNA

Söyleyin bana en son ne zaman aynaya baktınız ?

Tabi ki hepimiz her sabah yüzümüzü yıkarken ya da diş fırçalarken kendi simamızla göz göze geliyoruz ya da bir alışveriş merkezinde yürürken yansımamıza bakıp kesiyoruz kendimizi. Ama sorum bu değil en son ne zaman gerçekten aynada kendinize baktınız ?

Yıllar içerisinde yaratmış olduğunuz eserle en son ne zaman yüzleştiniz ?

Evet yıllar içerisinde gençliğimiz elden gittikçe fiziken geriye gitmeler, yüzde kırışıklıklar, saçta sakalda beyazlar artarken, asıl hasarı genelde göstermemeye çalıştığımız ruhumuz alıyor. Bazılarımız daha fazla spor yaparak, botoks yaptırarak saklamaya çalışsa da, insanın dışa karşı çaktırmadıklarını kendinden saklaması o kadar da kolay olmuyor. Ben böyleyim diyorsunuz, herkesin işine geldiği gibi diyorsunuz ama zora gelince benim travmalarım var ile devam ediyor hikaye. Evet hepimizin kaçtığı noktalar, engelleyemediği defoları, ruhen yorgunlukları olsa da bunun genelde su yüzüne çıktığı noktalar ikili ilişkiler oluyor. Yorgunluklar hasır altı edilmeye çalışılsa da tutkunun esiri olmaya başladığınız noktada kılıçlarını çekmiş iki samurayın sert ve kanlı müsabakasına dönüyor peri masalları.

Evet bir kez daha soruyorum en son ne zaman gerçekten aynaya baktınız ve kendiniz ile yüzleştiniz. Yıllar içerisinde kendinizi adeta bir heykeltıraş gibi yontarak yarattığınız bu eserden memnun musunuz ?

İdealler ve gerçeklerin karışımı olarak yaşadığınız hayatta kendinizi mutlu edebildiniz mi mesela ? Eski sevgililerinizi, ailenizi, çevrenizi ??? Ya da hepsine siktiri çekip ben buyum mu dediniz işin kolayına kaçarak … Ve sonra aynanın karşısına geçip fiziksel güzelliğiniz ile övünüp canım kendim mi dediniz ?

Bu bir yargılama yazısı değil elbette, herkes yarattığı eseri ile mutlu olmakta özgür. Tabi ki de her sanatçının sanatını halk için üretmek zorunda olmadığı gibi.

Hayatı boyunca anlaşılamamış ama çok belli bir zümreye hitap etmiş sanatçılar olduğu gibi kendi eserimizde de neyi hedeflediğimiz sadece bizi yani sanatçıyı ilgilendirir. Tek gerçek yelin kayayı, suyun falezleri, atılan adamların mermer merdivenleri aşındırdığı gibi, zaman bizler ve eserimiz içinde acımasız bir şekilde hızla ilerliyor. Bir noktada bir daha aynaya bakamamak üzere eserimiz toprağa karışacak, geride sadece hatırlandığımız kadarı ile hatırlanan bir eser kalacak dostlarımızda ve düşmanlarımızda. Sonra bir gün hatırlayan kalmayacak ve ebedi ölüm gerçekleşecek.

Belki de o yüzden yazmayı tercih ediyorum, ölümü geciktirmek için. Neyse siktir edin beni ve aynanın karşısına geçip kendiniz ile yüzleşin, bakalım hala o kadar güzel mi yaratmış olduğunuz eser …

BoRa a.k.a PaRaNoYaK PaLyAcO