3 Haziran 2019 Pazartesi

CEHENNEM

Öncelikle kendime not “Yazı yazma işini bir disipline oturtmam lazım” …

Maalesef yazmaya başladığım ilk günden beri belli bir konu ya da fikre odaklanarak değil, anlık beynimdekilerin kağıda dökülmesi ile oluşuyor hikayelerim. Evet ağırlıklı kadın & erkek ilişkileri ve seks olsa da konularım farklı şeyler de takılabiliyor aklıma. Mesela bu yazının başlangıcı mistik bir görselliğe sahip güzel bir kızla yazışırken başladı. Kendisi ile bir dönem sevgili olmuşluğumuz ve benim her zamanki gibi bunu bok etmişliğim mevcut merak eden varsa :)

Neyse konumuza dönelim, konuşmanın bir yerinde aslında yaşadığımız bu dünyanın biz insanların cehennemi olduğu gibi bilgece ama içeriği tamamen benim hissiyatımdan oluşan bir söz sarfettim. Başa dönersek hiçbir zaman din inancı olmayan bir insan oldum. Din denen olgunun her zaman dönemin siyasetinin oluşturduğu ve insanları yönetmek için bilinmezin verdiği korku ile iyiye ve güzelliğe yöneltmek amaçlı ortaya çıkmış bir şey olduğuna inandım. Ama maalesef iyi niyetli olarak yaratılan bu olguların, ilerleyen dönemlerde insanlığın en büyük kabusuna dönüşmüş olması da aslında birazdan betimleyeceğim “Cehennem” tasvirime beni götüren şey oldu.

Dinler konusunda bu kadar katı olsam da bir Yaradan olduğuna inanan bir insanım. Bildiğimiz kadarı ile evrenin kusursuz işleyişi, insan vücudunun süreli kusursuzluğu, doğa gibi şeyleri görünce bir sanatçıya saygı duymak istiyor insan.

Sizler buna Allah, Tanrı, Sanatçı, Yaradan, Evrenin Ulu Mimarı gibi farklı isimler koyabilirsiniz. Ama iyisi ile kötüsü ile ortaya çıkmış bir düzen var ve bildiğimiz bu düzen içerisinde hayvanlardan bizi ayıran en önemli özelliğimiz, beynimizi kullanma biçimimiz. Beynimiz sayesinde oluşturduğumuz egolarımız, vicdanımız ve yaratma becerimiz sayesinde dünya üzerinde kendimizi her daim diğer canlılardan üstün görmeyi büyük bir övünçle anlattık kendimize. Halbuki bir düşünün bize göre çok daha kısa bir ömür süren insan harici başka bir canlının yaşadığı süreç içerisinde hayattaki önceliği sadece güdüleridir. Nedir bu güdüler hayatta kalmak, yemek, içmek, sevişmek, üremek gibi temel şeyler. Ve sonrasında ölürler, başladığı gibi sessiz sedasız biter gider.

Oysa biz insanlar öldükten sonra bile anılmak isteriz ya koca koca mezar taşlarımız vardır, ya yakılmış bedenimize ait küllerimiz şöminenin üzerini süsler. Dünya üzerinde doğduğu gün öleceğini bilen bir varlıktır insan, oysa hep bunun aksine hareket eder. Daha iyi bir araba, son  model  telefon, en iyi yemek, en güzel kadınla sevişmek … Liste uzar, aslında sadece güdüleriyle yaşamak varken, bize bahşedilmiş bu bilinç aslında kendi cehennemimizi adım adım inşa etmemizi sağlar.



Ölümden sonra ne olduğunu bilmeden bütün hayatımızı ona göre inşa ederiz, bunu yaparken de kendimize yalanlar söyleyerek kandırırız benliğimizi. Oysaki en başa dönmemiz doğanın bize atacağı bir kazığa bağlıdır. Yanardağların aktif hale gelmesi, tsunami, deprem gibi bir anda oluşabilecek doğa hareketlerinin  bütün güncel sistemi dakikalar içerisinde başa döndürecek güce sahip olduğunu hep unutuyoruz.  Bu tarz distopya tarzı korku filmleri aslında bu çöküşün ne kadar hızlı olabileceğini bize zaman zaman göstermektedir. Ama insanoğlu işine gelmeyen şeyleri unutma ve baskılama konusunda her zaman çok başarılı olmuştur.

İşte bu yüzden diyorum ki aslında çok övündüğümüz beynimiz ve olayları sorgulayarak daha iyi arama ve hep daha iyisini istemek bizi kendi cehennemimize hapsetmekten başka bir şey sağlamıyor.
                                                              

Bu yüzden hepinize kendi cehenneminizde mutluluklar   ….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.