7 Temmuz 2017 Cuma

VEJETERYEANIM AMA KOKOREÇ YERİM

Tekrar yazı yazmaya başlamanın en zor yanı konu bulmak galiba. İlham perisi arada kıyak yapsa da bazen çok yoğun olup bana hiç bulaşmayabiliyor. Tam ne yapsam ne etsem derken hayatımda girmiş ve çıkmış renkli karakterlerden ve komik hikayelerinden bahsetmemin tam vakti diye düşündüm.

Seriye giriş “Tunç Kardeş”

İçinizden madem karakter “Tunç Kardeş” başlık ne alaka dediğiniz duyar gibiyim ama o konu o kadar komik ki finale saklamak daha doğru olur diye düşünüyorum.

Önce biraz karakterimizden bahsedelim. 90’ların ortasında cadde de görebileceğiniz havalı otuzlarının ortasında ki karakterlerdendi kendisi. Bütün kıyafetler marka, hava bin beş yüz, ama bir yandan da o havalı kabuğun içinde eğlenmek isteyen neşeli bir insan. Hayatı boyunca ne iş yaptığını çözemediğimiz ama hep bir şekilde cebinde parası olan, kuzeninden ödünç aldığı son model arabalar ile gezen birisi desem az buçuk gözünde canlanmıştır sanırım “Tunç Kardeş”. O cafcaflı hayattan sıyrılıp normal konuşma ve şamata istediğinde herkesin yaptığı gibi onunda kaçış noktası benim evdi. Jack Daniel’s ın dibine vurup gırgır şamata ve müzik eşliğinde az sabahlamadık kendisiyle.

Bu tarz geceler de sabaha karşı konu nasıl olduğunu anlamadan dönüp dolaşıp trance müzik ve astral seyahate gelirdi bir şekilde. Ballandırarak anlatmaya başlardı İngiliz bir arkadaşının kendisine öğrettiğini çok emek harcayarak vücudunu yatakta bırakıp ruhunu astral seyahate çıkartmayı başarabildiğini. Herşeyi abartılı mimiklerle ama öylesine keyifli anlatırdı ki inanırdınız onunla beraber, ordaymış gibi yaşardınız o anları, ortamın o büyülü havasını bozmak istemezdiniz. Ve o da her anlatışında yeni detaylar ekler ve hikayesini daha inandırıcı kılmak için ufak eklemeler yapmaktan geri kalmazdı. Hele ki o gece evde yeni bir kız varsa onu götürmek için hikayenin içine çekmek için elinden geleni ardına koymazdı. İsminin sonuna gelen “Kardeş” ibaresi de öyle bir gecede yapışmıştı ona. Gece boyunca darladığı kız kendisi ile işi olmayacağını anlatmak için “Tunç Kardeş” yeter artık demiş ve tabi ki o andan itibaren Tunç hepimiz için “Tunç Kardeş” olmuştu bile …
Gırgır şamata konularının dışında  hakkını yiyemeyeceğimiz bir özelliği vardı, gerçekten çok iyi araba kullanırdı kendisi. Kuzeninden gelen arabalar ile az gazlamadık zamanında, meşhur Fenerbahçe stadı dönüşü ve S virajını az zorlamadık desem eski gazcılar anlar ne demek istediğimi ;)

Gelelim asıl hikayemize, yine birgün ekibin bende olduğu ve içtiği bir gün gelip yeni kız arkadaşını anlatmaya başladı. Kız kendisinden 5 yaş büyük sosyetenin tanınmış simalarından birisiydi. Bizim ki bir şekilde kızı kandırmayı başarmış ve yerleşmişti kızın evine. Aralarında ki uyum inanılmazdı, herşey mükemmeldi tek bir şey haricinde;

Kız vejeteryandı ve bizimki de ona uyum sağlamak için vejeteryan olmaya karar vermişti. Gece boyunca bizim bununla ilgili bilimsel !!! açıklamalar yapmış ama kendisiyle dalga geçmemizi engelleyememişti ki  konuyla ilgili bir hikaye yazmak hissetti “Tunç Kardeş”. Aslında kendisi vejeteryanlığı sağlıklı bulmasının yanında başka bir konu için daha önemli buluyordu “OSURUK
 
Valla yanlış duymadınız o gece uydurduğu hikaye şunun üstüne kuruluydu, et yediği günlerde osuruğu kötü kokarken yemediği günlerde rahatsız etmiyordu koku kimseyi. Uyanıkken sorun değildi balkon ya da tuvalete kaçabiliyordu ama ya uyurken ???

Yine bütün sempatikliğiyle kendini de inandırdığı bu hikayeyi bize satma peşindeydi. Biz fazla umursamayıp en iyisini yapmışsın devam bu yolda dedikten sonra konuyu kapatmıştık ki, alkolün de etkisiyle sabaha karşı mideler kazınmaya başladı. Yemeksepeti açılıp sipariş verilmek üzere açık kokoreççi bulunup ve bana ordan bi yarımlar, iyi pişmiş çeyrekler havada uçuyordu ki “Tunç Kardeş” in sesi geldi bana da bi yarım bol acılı diye.



Ooolm sen artık vejeteryansın kokoreç yemek olur mu derken yazının da başlığı efsane beyanat geldi “Abi tamam vejeteryanım ama kokoreç yerim”. Ortamda ki kahkaha miktarını üst kattaki komşumuzun aşağı sopayla vurmasından tahmin edebilirsiniz.


Kendisini görmeyeli uzun zaman oldu umarım iyidir ve umarım okursa bu hikayeyi o da gülümser…


14 Haziran 2017 Çarşamba

MARTİN

Aslında güne başlarken her şey çok normaldi. Geceden kalma bir halde alkolü bünyeden atmak için hamama gitmekten daha güzel ne olabilirdi ki ? Hem yaz da geliyordu ölü deriyi atmak diye bir kavram vardı hayatta.

Giyindim, evden çıktım tam arabaya atlamak üzereyken evin önünde yerde yatan bir martı yavrusu dikkatimi çekti. Halinden acı çektiği ve uçamadığı belliydi. Bırakırsam en fazla bir kaç saat içerisin de mahallenin azgın kedilerine yem olması içten bile değildi. Bünyede hala dolaşmakta olan alkolün de etkisiyle martıyı alıp evde bakmaya karar vermem aynı şuursuz dakika içerisinde gerçekleşti.

İlk başta çok güzel gelen bu fikir 3. Günün sonunda evin her yerinde martı boku olmasıyla beraber kabusa dönüşmüştü benim için. Tam veterinere götürsem mi derken yediği yemeklerin de etkisiyle güçlenmeye başlayan ufaklık ( ki artık onun bir adı vardı “Martin” ) evin içinde ne var ne yok çarparak uçma egzersizlerine bile başlamıştı.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Martin in hayatıma büyük bir eğlence getirdiği de yadsınamazdı.  Gece evin içerisin de durup dururken benimle konuşmaya başlaması (bilmeyenler için söyleyeyim martılar çığlık atmanın yanında bla bla bla bla efektiyle çok ciddi hayat hakkında felsefi konuşmalar yapabiliyorlar) ya da uçarken bombardıman uçağı gibi kafama sıçmaya çalışması (hedefi turtturamayınca da tekrar pike ile üstüme geliyordu şerefsiz) gibi değişik anektodlar yapabilirim.

Neyse her güzel hikayenin bir başı olduğu gibi sonu da olmalıydı ki bu sonu başlatan tabi ki kız arkadaşım oldu. Yeter artık ya Martin ya ben çıkışından sonra Martin’i doğal hayatına salmak kaçınılmaz olmuştu. Kız arkadaşım da haklıydı oldum olası felsefe konuşmaktan hoşlanmazdı, Martin ile anlaşamaması çok normaldi bu yüzden, yoksa günde yerleri üç kere silmeye başlaması ve kışın buz gibi soğukta ev havalansın diye bütün pencerelerin açık olmasının bu konuyla ilgisi olduğunu düşünmüyorum.



Dün gibi hatırlıyorum o anı Martin’i kucaklayıp kız arkadaşımla beraber Kadıköy sahiline götürüşümüzü. Bir haftadır beraberdik artık aileden sayılırdı Martin o kadar ortak şey yaşamıştık diye duygulanıp gözümden bir damla yaş süzülüyordu ki Martin bıraktığım gibi arkasına bile bakmadan kıçını dönüp denizde ki arkadaşlarının yanına ulaştı bile. Vay ibne dedim içimden bütün dostluklar gibi seninki de yalanmış be Martin … Kız arkadaşım da bende ki bu duygusal çöküşü hissetmiş olmalı ki yanıma sokulup”Oohhh gitti pis hayvan en sonunda evi temizlemekten kurtuldum” cümlesini sırf sinirimi yatıştırıp Martin den uzaklaşmam için kulağıma fısıldıyordu. Kadın & erkek farkı işte.

Tam o anda bir şimşek çaktı beynimde bu kadar şeyin üstüne çağırdığımda gelirdi bana Martin, gelmeliydi de o kadar şey paylaşmıştık. Bir anda sahile koşup bağırmaya başladım martılara doğru “Martinnnnnnnnnnnn … Martinnnnnnnnn…”

Önce bir martının kafasını çevirdiğini gördüm sonra uçarak yanıma geldi evet o da o kadar vefasız değildi. Bu dostlar arası duygusal an kocaman bir sarılma ile taçlanmıştı ki vapura koşan bir adamın kaşlarını çatarak “Ayıp ayıp ekolojik dengeyle oynuyorsunuz evcil hayvan mı o martı, rahat bırakın eve götürüp kesicekler mi ne ? “ dediğini duydum yanımdan geçerken. Tutamadım kendimi “Martin o evden getirdim ben onu sana ne oluyo be adam” dediğimi hatırlıyorum ki sonrasında hastanede açtım gözlerimi.

Adamın kelli felli takım elbisesi ve işe gidiyor olması bir anda onu haklı kılmış ve Martin’i tavuk döner yapacağıma inanan insanlardan bir güzel dayak yemiştim.Olsun be Martin değer sana arkadaşlıklar zor günlerde belli olur o kadar felsefe tartışmışlığımız var diye düşündüm yatarken.


Uzun lafın kısası sahilde martılara doğru Martin diye seslenen birisini görürseniz iyi davranın o adama belki bir dostu vardır uzaklarda.