Hayat ne kadar güzel olurdu yaşadığımız her şey bir
simülasyon olsa ve bölümün sonunda kendimize ben aslında “yoğum” diyebilsek.
Her şey çok sade ve güzel bir hal alırdı. Ne de olsa yoktuk biz, olan olaylar
da hiç yaşanmamıştı, karakterler yoktu, yaşananlar gerçek değildi… Misssss...
Hoş yaşanan şeylerin içinde çok komik anlarda oluyordu. Ulan
onlar kalsa geri kalan yok olsa… Hadi şamata kısmı kaldı o kadar içtiğimiz
alkol, ballandıra ballandıra anlattığımız seks hikayelerimiz, motor üstünde
geçirdiğimiz güzel zamanlar, aile, sevdiklerimiz bunlar da mı yok olucak ???
Mehhhhh daha en başından sevmedim bu” ben aslında yoğum”
formatını. Peki o zaman madem ben gerçeğim 3. Tekil şahıs bi karakteri aslında
yok sayalım. Hatta ona bir de isim verelim “Engin” J
Artık Engin düşünsün “ben nasılsa yoğum” her bok onun
bilinçaltında yaşanıyor … Ha ha ha ha sevdim bak bunu , madem sanal olan o
bütün güzellikler benim tarafta yaşanırken onu itin götüne sokabilrim. Ne de
olsa gerçek hayatta herşey boktan. Mesela ne yapalım karakterimize, şahane bir
motor verelim altına ama sürmesi için hiç fırsat vermeyelim. Onun yerine
arkadaşları yapsın bolca km motoruyla o yokken. O da satılık ilanına koyduğunda
ironik bir şekilde “Sahibinden az kullanılmış motorsiklet sadece 100.000 Km”
diye başlık atsın.
Valla sevdim bunu her boku ben yer, eğlenirken, Engin
Erzurum’a şantiyeye gitsin çalışmaya. Ben de vur deyince nasıl gaza geldim
kırbaç manyağı yaptım karakteri. Ulan bu kadar boktan hayatı olan bir
karakterin iyi yanları da olmalı ki kendime güzellemeler yapabileyim. Mesela
iyiliksever olsun. Bir gün motorla beraber bir yere sürdüğümüzde botumun tabanı
düşerse gidip bana ayakkabı alsın mesela. Ya da dünyanın en tuhaf yerlerine
sürmeyi kabul etsin benimle. Tabi lan kim istemez mesela İğneada’ya sürmeyi J
Komikte olsun karakter peluş hayvanları olsun mesela, tuhaf
bi avukat sevgilisi olsun kokoş ama onu hafif meşrep kızlarla aldatsın. Yürür
bu karakter benden söylemesi …
Yine kafam karışık aslında yazıya başlarken haftasonu
yaşadığım hangover içeren bol alkollü gırgırlı, şamatalı, güzel bir hatun
içeren hikayeyi anlatmaktı ortaya Engin karakteri çıktı. Şimdilik siktiredin
ibneyi ama sonda bağlıycam konuyu ona.
Azzzzzz sonraaaaaa ….
Aslında planım geçtiğimiz Cumartesi hiç birşey yapmamak
iken, kendimi önce motorsiklet fuarında beraber sürdüğüm arkadaşlarımla votka
shot’ları yuvarlarken bulup, devamında da rakı sofrasında bulmuştum ve saat
daha öğleden sonra yeni olmuştu. Bünyedeki alkol oranı arttıkça tabi ki libido
artışı eş zamanlı oluyordu. Bir anda
beynimde şimşekler çaktı (Ulan acaba benim mi Engin ibnesinin mi beyninde
çakıyordu bu şimşekler). Geçen hafta beni instagramdan ekleyen ve blog ta ki
yazılarımdan beni tanıdığını söyleyen kız aklıma geldi. Evi yakındı ve tanışmak
için bundan güzel zaman mı olurdu. Mesaj atıp yürümeye karar verdiğim an, bütün
kibarlığı ile bir kahve ısmarlayacağını söylediğinde keyfim yerine geldi. En azından bir dolu adamın arasından güzel
bir insanın yanına terfi etmiş olacaktım.
1 saat sonra beni almaya geldiğinde 70’lik rakının dibini
gören ben bütün kibarlığımla ve mezelerin vermiş olduğu sarımsak kokusu ile
arabada arzı endam etmiştim. Kahve derken, önce Lynchburg Lemonade, ardından
votka ve ailemizin barında 2 şişe sex on the beach ile sona ermişti gece. Tabi
ben bu sona ermeyi anca uyandığımda kıyafetlerim ile tanımadığım bir salonda,
sehpanın üzerinde duran ikinci şişe sex on the beach’in yarısını gördüğümde
anladım. Yani anlamış gibi yaptım. Kıyafetlerim üzerimde olduğu için kibarca
evin sahibini bulup evden gitmem gerektiğine inandım. Ve günün süprizi ile
karşılaştım. Gece eve girerken ayağımdaki botu spor ayakkabı niyetine birbirine
sürterek çıkartmak isterken sol tarafın tabanını yarısına kadar sökmüştüm.
Dışarda yağan karı düşünüce sinir bozukluğu içeren bir gülüş suratıma yapıştı…
Sarhoşluğun da etkisi ile sehpanın üzerinde bulduğum oyun hamuru kılıklı bir
yapıştırıcı ile botu tamir ettiğime inanıp, ev sahibiyle vedalaşıp taksiye binmiştim
ki, daha ilk adımda oyun hamurunun bir şey yapıştırmadığını anlamam bir oldu.
Metroya girip yürümeye başladığımda ayakkabının tabanından
çıkan “flock… flock…flock…” efekti hem arkasından yürüdüğüm herkesi tedirgin
ediyor hem de beni derin bir utanca sürüklüyordu. İşte o an içimden Engin’in
gerçek olmasını ve bana ayakkabı almasını diledim ve “flock” efekti ile karlar
içinde yürüyerek evime kadar gittim…
Bütün bunları niye mi anlattım sizlere … Bilmem epeydir
yazmamıştım bir yerden geri dönmem gerekiyordu ya da en başta dediğim gibi “ben
aslında yoğum” ve geri dönen Engin olabilir J
P.S. : Rest in Peace Bro (Engin)