Fonda çalan Chet Baker plağını çevirip viskimden bir yudum
daha aldım.
Ne tuhaftı hayat, elimde tuttuğum silahı kafama dayayıp tetiğe
basmam her şeye son verebilirdi ama öğrenilmiş çaresizlik engel oluyordu her
zaman ki gibi. Geride kalanlar ne yapar, ne düşünür vs vs …
Sonra boş silahın tetiğini düşürüp yerine kaldırdım. Kendime
ve öfkeme güvenmediğim için silah ayrı bir yerde, şarjör ayrı bir yerde,
mermiler ayrı bir yerde duruyordu evde. Kendim için olan merhametim dünya
üzerinde yaşayan diğer insanlar için yoktu içimde. Çok rahat çıkarıp
vurabilirdim birisini, gözümü bile kırpmadan. Hatta zamanında izlediğim bir filmde yapılan deneyde insanlara karşısındakilerin suçlu olduğunu ve yaptıklarından dolayı ceza
almayacaklarını söylediklerinde, deneye katılan insanların %60’ı tetiğe basmayı
tercih ediyordu. İnsan doğası bu, içimizin derinliklerinde bir avcı yaşıyor her
zaman. Hatta doğanın kanunu demek daha doğru, güçlü olan zayıf olanı acımasızca
katlediyor.,
İnsanlar ve hayvanların ayrıldığı noktada bilinç ve etik
değer gibi kavramlar çıkıyor su yüzüne. Bu yüzden de içimizde ki acımasız
hayvanı serbest bırakmadığımızı iddia ederek kandırıyoruz kendimizi. Evet aklı başında
insanlar olarak birbirimize zarar verip, öldürmeyelim. Aynı fikirdeyim sizlerle
ama duygusal olarak birbirimize verdiğimiz acılar ve yaralar çok daha beter
olabiliyor ikili ilişkilerde. Yine zarar veriyoruz birbirimize, ama kan
akmadığı için sorun gözükmüyor ortada. Acılarımızı içimize atıp bir sonraki sefer
kendimizi avcı konumuna getirip karşımızdakini avlıyoruz. Bu sarmal kendi
içinde büyüyerek sonsuz bir sorun ve mutsuzluk olarak geri dönüyor çoğumuza.
Özüne gelelim konunun, hepimiz kendimiz için bir not
veriyoruz görsel olarak ve karşımıza çıkan insanları bu sıkalada
değerlendiriyoruz. İstediğiniz kadar ne alakası var deyin, görsel güzellik her
zaman ilk kriterdir ikili ilişkilerde. Sonrasında ten uyumu, sosyal ve kültürel
zevkler, hayat görüşü gibi kriterler ilişkiyi olgunlaştırıp devam ettirir ya da
bitmesine sebep olur. Belki de bu yüzden hep hayatımızın aşkını ararız
çaresizce. Aslında bir çok kere karşımıza çıkmıştır ama görsel güzelliği
yeterince bizi tatmin etmediği için görmezden gelip konuşmamışızdır bile
kendisiyle. Ama sorsanız hep kader, kısmettir … Ne hikmetse hiç hayatımızın
aşkına denk gelmemişizdir.
Belki de bu yüzden gençlik aşkları unutulmuyor. O dönem
kriterler çok daha basit ve ulaşılabilir olduğu için aşık olmak ilerleyen
yaşlara göre daha kolay ve iz bırakıcı oluyor. İnsanların görsel güzelliğinden
ziyade ruhlarına daha rahat dokunuluyor o yaşlarda.
Şimdi mi ???
İlerleyen yaşlarımızda hepimiz mutsuz ve daha da ne
istediğini bilmeyen insanlar olduk. Sadece anlık zevklerimizi kovalıyoruz.
Yakın arkadaş çevrelerimizde birbirimize neler yaptığımızı anlatıp başka
ruhları nasıl emdiğimizi böbürlenerek sunuyoruz, kaybedenin kendimiz olduğunu
fark etmeden.
Ruhunuzu kaybetmemeniz dileğiyle, etrafınıza iyice bakın
belki siz de yıllar önce farkına varmadığınız güzellikleri görebilirsiniz …
Cheers …